وَإِذَا أُلْقُوا مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُقَرَّنِينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُورًا ﴿١٣﴾
13.Ve izâ ulkû minhâ mekânen dayyıkan mukarranîne deav hunâlike subûrâ(subûran).
Ve birbirine bağlanmış olarak oradan, dar sıkışık bir yere atıldıkları zaman orada helâk (yok) olmayı istediler.
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُورًا وَاحِدًا وَادْعُوا ثُبُورًا كَثِيرًا ﴿١٤﴾
14.Lâ ted’ûl yevme subûran vâhıden ved’û subûran kesîrâ(kesîren).
Bugün helâk (yok) olmayı bir defa istemeyin, defalarca isteyin.
قُلْ أَذَلِكَ خَيْرٌ أَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ كَانَتْ لَهُمْ جَزَاء وَمَصِيرًا ﴿١٥﴾
15.Kul e zâlike hayrun em cennetul huldilletî vuidel muttakûn(muttakûne), kânet lehum cezâen ve masîrâ(masîren).
De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa muttakilere (takva sahiplerine) vaadedilen, onlar için bir ceza (mükâfat) ve dönüş yeri olan 'Cenneti Huld' mu (ebedî cennet mi)?”