انظُرْ كَيْفَ ضَرَبُواْ لَكَ الأَمْثَالَ فَضَلُّواْ فَلاَ يَسْتَطِيعْونَ سَبِيلاً ﴿٤٨﴾
48.Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ(sebîlen).
Bak, senin için nasıl misaller getirdiler (sana büyülenmiş, mecnun, deli, şair dediler) ve böylece dalâlette kaldılar. Artık yola (Sıratı Mustakîm'e) ulaşmaya güçleri yetmez.
وَقَالُواْ أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا ﴿٤٩﴾
49.Ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan cedîdâ(cedîden).
Ve “Biz, kemik ve kırıntı (ufalanmış toprak) olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz, mutlaka yeni bir yaratılışla mı beas edileceğiz (diriltileceğiz)?” dediler.
قُل كُونُواْ حِجَارَةً أَوْ حَدِيدًا ﴿٥٠﴾
50.Kul kûnû hicâraten ev hadîdâ(hadîden).
De ki: “Taş veya demir olun (olsanız bile)!”