وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ ﴿٤٧﴾
47.Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Ve onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip çıkardık. Onlar, kardeş olarak karşılıklı tahtlar üzerindedirler.
لاَ يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ ﴿٤٨﴾
48.Lâ yemessuhum fîhâ nasabun ve mâ hum minhâ bi muhracîn(muhracîne).
Onlara, orada bir yorgunluk dokunmaz. Ve onlar, oradan çıkarılacak değildirler.
نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٤٩﴾
49.Nebbi’ ibâdî ennî enel gafûrur rahîm(rahîmu).
Kullarıma haber ver. Muhakkak ki; Ben Gafur’um (mağfiret edenim) ve Rahîm’im (rahmet edenim, rahmet nuru gönderenim).